ÜST
Image Alt

Seyir Defteri Turizm

Öyküsü Varlığından Büyük Ülke: Malta

Yüzölçümlerinden büyük gizemli öykülere sahip ülkeler vardır. Bunların başında Malta gelir şüphesiz. Ortaçağı etkilemiş şövalyelerin ülkesine doğru yola çıktığımda içimde tarif edemediğim bir duygu gelişmişti. Dünyanın birçok ülkesini ziyaret ettim. Bazen geri dönüş yolunda “ömürde bir kez görülmesi yeterlidir” sözü dilime dolaşır. Bu ziyaretim böylesi bir duygu ile mi sonuçlanacak merak ediyorum.

İki saatlik bir yolculuğun ardından uçağın tekerlekleri Malta Uluslararası Havaalanının pistine değince seyahat hayal olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşüyor. Zihnimde yeşertip büyüttüğüm her şeye tanık olma vaktim gelmiştir artık. Aslında Malta’ya dair bilgilerim de tarih kitaplarında yer alan ufak tefek notlardan başkası değil. Bilgilerim Akdeniz, şövalyeler ve korsanlar üzerinden oluşmuştu.

Orta kuşak ülkelerini ilkbaharda veya sonbaharda gezmek gerekir. Soğuk-sıcak dengesini hissetmek için. Bizimkisi de ilkbahara rastlamış oldu. Havaalanından çıkıp şehri keşfe çıkıyoruz. Arabamız bizi Başkent Valletta’nın surlarının dışında bıraktı. İlk izlenimim Yakın Doğu’daki birçok şehir gibi adanın renginin toprakla aynı olmasıydı. Şehrin surlarından Valletta şehir kapısından içeriye girdiğimizde Triq Ir-Repubblika adını taşıyan uzun bir cadde bizi karşılamıştı. “Triq” Arapça’da Tariq-Yol-İstikamet-Cadde anlamına gelmekte.

Malta ülkemizde daha çok İngilizce öğrenmek için İngiltere’den daha ucuz bir yer olarak anılmakta. Oysa Maltalılar kullandıkları dili İbranice-Arapça arasında bir yerde konumlamaktadırlar. Dilbilimciler bunu Fenike dili olarak adlandırmaktadırlar. Dilin içinde kullanılan kelimelere baktığımızda Arapçanın etkisini görmek mümkün.

Malta tarihi Kartaca’dan-Roma’ya Bizans’tan, İslam hâkimiyetine kadar olan dönemi de içermektedir. Buna İspanya, Fransa ve İngiltere’yi eklemek gerekir. Ülkedeki insan profiline baktığınızda İspanyol-İtalyan ve Berberi karışımı bir doku görmek mümkün. Halk kendilerinin bu üç topluma da ait olmadıklarını iddia ediyorlar. Bizler Maltiziz diyorlar.

Antropologlar, arkeologlar ve modern tarihçiler ilk insan belirtilerini Yeni Taş Çağına kadar uzatmaktadırlar. Dolaştığım bütün coğrafyalarda insanlığın yerleşimi ile ilgili ansiklopedik bilgiler genelde MÖ diye başlamakta.

Malta’da da Yeni Taş Çağı insanlarının varlığının kanıtlarına Malta’nın güneyinde, Marsaxlokk’un alt kısmında Birzebbuga’nın yakınındaki Ghar Dalam mağarasında rastlanmaktadır. Arkeologlar bu bölgede geyik, hipopotam ve bodur fillerin kalıntılarını rastlamışlardır. Bu kalıntılar jeolojik olarak ada Afrika ve Avrupa kıtalarına bağlı olduğu döneme ait olduğu iddia edilmektedir.

Urfa’daki Göbeklitepe’de insanlığa ait ilk tapınak kalıntıları bulunmadan önce en eski tapınağının Gozo adasında Ggantija’da olduğu iddia edilmekteydi. Aynı şekilde Malta adasında Paola’daki Hypogeum’da kayalardan oyulmuş odalar ve labirent geçişleriyle tarih öncesi döneme ait mühendisliğinin muhteşem başarısının bir göstergesi olan ve türünün tek yeraltı tapınağı bulunmaktadır. Mnajdra, Hagar Qim, Tarxien’deki tapınaklar da görülmeye değerdir. Bu durum burada yaşayanlar için Malta’nın Kadim Kutsal Ada tezine destek olmaktadır. Bu tapınaklar Sicilya’dan adaya gelmiş olan insanlar tarafından inşa ettiği söylenmektedir.

Malta MÖ 800 yıllardan itibaren birçok medeniyete beşiklik yapmıştır. Fenikeliler yerleşik ahalinin kültürünü dayattığı medeniyet olarak görülmektedir. Bundan dolayıdır ki filologlar Malta’da konuşulan dili Fenikelilere dayandırmaktadırlar.

İlk çağda büyük devlet egemenliği Fenikelilerle başlamış ve bu durum adayı Ak Deniz’de belirgin hale dönüştürdü. Ada yöneticilerinin Akdeniz’deki komşularıyla iyi ilişkiler geliştirmiş olması Malta’yı insanlık tarihinin bir parçası haline dönüştürdü. Özellikle tüccarlar için cazibe merkezi haline döndü.

MÖ 5. yüzyılda Fenikelilerin zayıflamasıyla adaya Kartacalılar egemen oldular. MÖ 480’li yıllarda başlayan Kartaca egemenliği 2 asır sürdü. MÖ. 218 yılında Malta adasının yeni egemenleri Romalılar oldu. Adanın yeni bir dini misyona ulaşması MS. 60’da yaşanan St. Paul gemi kazasıyla başlar.

St. Paul Tarsus doğumlu Roma vatandaşı Yahudi asıllı bir azizdir. Hz. İsa’nın (as) kendisine görünmesinden sonra Hıristiyan olmuştur. Hz.İsa’nın havarileri James, Peter ve Barnabas ile tanıştıktan sonra Hıristiyanlığı yaymak için yola koyularak Kıbrıs, Anadolu, Selanik yolunu izleyen St. Paul, Roma’ya doğru giderken Malta yolunda bir gemi kazası yaşamış ve bir süre Malta’da bulunmak zorunda kalmıştır. Kaldığı süre içinde yöneticilerle tanışması ve onların halkla birlikte Hıristiyanlığa geçişlerini sağlamıştır. Burada bulunduğu dönemlerde St. Paul’un 3 ay Rabat’ta bulunan bir mağarada yaşadığına inanılır. St. Paul’s Grotto adı verilen mağaranın üzerinde bugün Grotto and Parish Church of St. Paul adlı bir kilise vardır. MS 4. yüzyılın sonlarına doğru Malta Doğu Roma İmparatorluğu’nun egemenliğine geçmiştir.

Malta’da 375 yıl süren Bizans dönemi, MS 870 yılında adayı Müslümanların fethetmesiyle sona ermiştir. Müslümanlar yaklaşık üç yüzyıl boyunca Malta’da egemenlik kurdular. Müslümanların yönetimi altında yeni tarım ve sulama sistemleri, pamuk ve narenciye gibi ürünlerle adaya refah ve huzuru getirmiştir. Fakat İslam egemenliğinden geride kalan en temel miras, kökleri bakımından Arapça’ya çok yakın olan Maltaca’dır. Bu etki Malta ve Gozo’daki pek çok kasaba ve köyün isminde de görülmektedir: Mdina, Mqabba, Ghajnsiele, Rabat, Xaghra, Zejtun ve Zurrieq.

İslam egemenliği 1090 yılında Normanların istilası ve adayı fethetmesiyle sona ermiş ancak İslam kültürünün etkileri 13. yüzyılın sonlarına kadar devam etmiştir. Norman dönemi nispeten kısa sürmüştür ve bu dönemden sonra Malta art arda gelen çeşitli devletlerin egemenliği dönemine girmiştir: Almanlar, Fransızlar ve İspanyollar. Bunların tamamı 1530 yılında Saint Jean Şövalyelerinin adaya gelmeleriyle son bulmuştur. Saint Jean şövalyeleri silahlı rahipler ve onlara katılan savaşçılardan oluşmaktaydı. Selahaddin Eyyübi’nin Kudüs’ü ve civarını alması üzerine şövalyeler Kıbrıs, Bodrum ve Rodos’a yerleştiler. Bu şehirler Osmanlıların eline geçtikten sonra tamamı Malta’ya yerleştiler. Adaya yerleşme maceraları uzun bir zaman dilimini alır.

Adaya gelen Saint Jean’ın emrindeki şövalyeler beraberlerinde bambaşka, zengin bir kültür getirdiler. Saint Jean’ın şövalyelerinin tarihi, MS.11. yüzyılın ortalarında başlar. Şövalyelerin gerçek görevi, savunma yapmak, Hıristiyan hacılara kutsal topraklara kadar refakat etmek ve zor durumda olan insanlara yardımda bulunmaktı. Fakat daha sonraları amaçları değişti. Hıristiyan olmayanlara saldırmak en büyük görevleri haline geldi. Şövalyeler Hıristiyanlık dininin askerleri durumuna geldiler. Kutsal topraklardaki bütün kaleleri, büyük arazileri, her şeyi ele geçirdiler ve bir donanma kurdular.

Almanlar, Fransızlar, İspanyollar ve Portekiz’den gelen milletlerden oluşan şövalyeler artık Akdeniz’de seyahat eden herkesin kâbusu haline gelmişlerdi. Mağribli ve Osmanlı denizcileri için büyük bir tehdit oluşturmaktaydılar. Akdeniz’deki korsanlık faaliyetlerini Malta Şövalyeleri yönetmekteydi.

Malta ile Osmanlıların ilişkisi talihsiz bir olay üzerine başlar. Bahtsız Şehzade Cem Sultan taht kavgası sonucunda Rodos’taki şövalyelere sığınır. O günün yöneticisi Pierre d’Aubusson entrikalar sonucu Cem Sultan’ı Roma’da ki Papa Aleksander Borgia’ya teslim etti. Fransa Kralı Cem Sultan’ı isteyince büyük bedel karşılığında şehzade zehirlenerek öldürüldü.

Osmanlılar Malta adasına kayıtsız kalmamışlar. 1522’de Kanuni Sultan Süleyman Rodos’u aldıktan sonra, adadaki şövalyeleri buradan sürdü. Kutsal Roma İmparatoru V. Karl’ın 1530’da şövalyelere verdiği imtiyazlarla Malta’ya yerleştiler. Şövalyeler adada ticaret ve sosyal ilişkileri geliştirmeye başladılar, kiliseler, hastaneler, saraylar, kaleler ve kuleler inşa ettiler. Büyük bir kalkınma hareketi başlattılar. Kanuni Sultan Süleyman Akdeniz’de geçiş yolları üzerinde önemli bir stratejik konuma sahip olan bu adayı Devlet-i Aliye’nin topraklarına katma arzusu içindeydi. Bu şekilde Akdeniz’in ve ticaret yolların güvenliği sağlanmış olacaktı. Ada Osmanlı donanması tarafından 1565’te kuşatıldı. Kuşatma 4 ay sürdü. Sicilya’dan gelen yardımlar adanın ele geçirilmesini imkânsız hale getirdi. Turgut Reis kuşatmayı kaldırdı. Maltalılar bugünü kurtuluş günü olarak kutlarlar. Şövalyelerin başarısı Güney Avrupa’nın ve Hıristiyanlık âleminin güvenini kazandılar. Zaferden sonra Malta ve Gozo’yu geliştirmeye başladılar. Adalar, bu dönemde mimarlık, sanat ve kültür açısından büyük atılım gösterdiler. Bugün Malta’daki pek çok büyük eserler bu döneme aittir. Bugünkü başkent Valletta, adını şövalyelerin büyük ustası Jean Parisot De La Vallette’den almıştır.

Malta bir dönem Fransızların egemenliği altına girdi. Fransız egemenliği kısa ve inişli çıkışlı olmuştur. 1798’de adaya gelen Napolyon Bonapart’ın askerleri adalılar tarafından başta iyi karşılanmışlardı. Seküler düşüncelerinden dolayı St. John şövalyeleri, kilise ve soylular Fransızlardan hoşnut olmadılar. İlkokulların kurulması ve sistemsel değişiklikler kiliseye karşı görüldü ve halkta üzerinde sorun oluşturdu. İngilizler bunu fırsata çevirdi. Eylül 1800’de Fransızlardan kurtarıp özgürleştirmek üzere İngilizler adayı kuşattılar. Halkın da ayaklanması sonucu Fransızlar adayı terk ettiler ve İngiliz donanması savaşsız Grand Harbour’a girmiş ve 150 yıl burada kaldılar. İngiliz egemenliği Malta tarihinde önemi büyüktür. Fransızların kovulması için Malta’ya yardıma gelen İngilizler bir anda kendilerini adanın hâkimi olarak buldular. 1814 Paris Anlaşması’yla Britanya İmparatorluğu’na katılan Malta, Birleşik Krallık için Doğu’ya bir atlama taşı olarak stratejik önemini korumuştur.
Malta 21 Eylül 1964 yılında bağımsızlığını ilan etti. İngiliz kuvvetleri 31 Mart 1979 tarihine kadar adada kaldılar. Malta 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne tam üye olmuştur.

Maltalılar İtalyancayı ve İngilizceyi iyi bilirler. Bugün adanın en önemli gelir kaynaklarından bir de İngilizce dil eğitim kurumlarıdır. Akdeniz ülkesi olmasına rağmen tarım havzaları son derece kısıtlı ve kıraç bir toprağa sahiptir. Gıda ihtiyacının büyük bir kısmı ülke dışından karşılanmaktadır. Ülkenin bir diğer gelir kaynağı kuşkusuz turizmdir.

Adanın sokaklarında dolaştığınızda her evin kapı girişlerinde İsa ve Meryem figürlerine rastlamak mümkündür. Film endüstrisi için bulunmaz bir yerdir. Birçok film burada çekilmiştir. Özellikle Temel Reis filmi için bir köy inşa edilmiş. Game of Thrones filminin bazı bölümleri Mdina’da çekilmiştir. Adanın bütün yerleşimlerinin merkezinde bir katedral veya kilise yer almaktadır. Tarih ve yerleşim şeklinden dolayıdır ki Hıristiyanlar için Kutsal Ada olarak kabul edilmektedir. Malta’da Libya’nın katledilmiş lideri Albay Muammer Kaddafi tarafından yapılmış bir cami ve eğitim merkezi bulunmaktadır. Ülkede 5 bine yakın Müslüman yaşamaktadır. İç limanları ve kıyı şeridiyle etkileyici bir coğrafyaya sahiptir. Ülke üç adadan oluşmakta ve 456 bin kişi yaşamaktadır. Gündüzleri sakin ama geceleri dinamik bir hayata sahip.

İkinci Dünya savaşında büyük bir yıkıma uğramasına rağmen Malta halen şövalyelerin inşa ettiği bir ülke görseline sahiptir. Bugün 3 asırlık İslam dönemine ait izlerin tümü silinmesine rağmen ruhu ortalıkta dolaşmaktadır. Ziyaret edilmeye değer olduğunu düşünüyorum.

Ada ülkelerinin gizemli öyküleri her zaman kendilerinden büyük olmuştur.

Süleyman Gündüz